1 Şubat 2011 Salı

1960’larda Sinema

Sırada ikinci yazımız var. Sevgili Efsun Güztoklusu, Eric Cantona'nın yakın ilişki içinde olduğu sinema sanatına bir göz atıyor. Bu yazıda, Cantona'nın doğduğu yıl olan 1966'dan yola çıkarak, 60'ların sineması, İtalyan Yeni Gerçekçiliği, Ken Loach, Cantona'nın son filmi Looking For Eric gibi başlıkları bulabileceksiniz. Keyifli okumalar...


Sinemanın kronolojik gelişimine baktığımızda, 1960 sinemasının tarihsel izdüşümünü II.Dünya Savaşı sonrası başlığı altında inceleyebiliriz.
a)Sessiz Sinema
b)2.Dünya Savaşı  öncesinde sesli sinema
c)Savaş yılları ve 2.Dünya Savaşı sonrası sinema
 altbaşlıklarını kısaca sıralayalım..

2.DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA SİNEMA(1945-1969)
Savaş yıllarının hemen ardından İtalyan ve Fransız sinemalarında iki ana akım görmekteyiz.


İTALYAN SİNEMASI

YENİGERÇEKÇİLİK  olarak adlandırılan bu akımın temsilcileri her ne kadar  Mussolini’nin kurduğu  Deneysel Sinema  Merkezi’nde öğrenim görmüş olsalar da, yapay salon filmleri yerine, toplumsal temalı filmlere yöneldiler. En önemli temsilcileri Victoria de Sica‘yla, Roberto Rosselli’ydi. Barok sinemaya önem veren Visconti bu akımdan ayrıldı. Yerini kısa sürede bu akıma dahil olan Fellini ve Michelangelo Antonioni( modern sinema anlamında daha sonra birer okul  olan) aldı.1960’larda bu grubun ikinci kuşağı  ortaya çıkmakta gecikmedi. Bernardo Bertolucci, Vittorio Taviani, Lisa Wertmuller gibi ikinci kuşak sinemacılar çağdaş toplumu ve tarihi, çeşitli açılardan sorgulayarak,özgün usluplarını geliştirdiler.


YENİ DALGA: Fransa’da  yenileşme dönemi bu akımla başladı. Kurgudan çok görüntünün iç düzenlenişine önem vererek, Fransız sinemacılar ‘yaratıcı sinemalar’ kuramını geliştirdiler. Klasik  Hollywood ve Fransız sinemasının kalıplarına karşı çıkarak, filmlerin de aynı romanlar gibi yaratıcılarının damgasını taşıması gerektiğini ileri sürdüler. Akımın önemli temsilcileri; François Truffaut, Alain Resnais, JeanLuc Goddard, Louis Malle, Eric  Rohmer‘dir.…
Bazı ülkelerde bu akımlar doğarken, örneğin Rusya sineması Stalin döneminin karanlık dünyasının izleri nedeniyle gerilemiş, Polonya sineması, Macar Sineması bu dönemde ünlü yönetmenler ve kendine özgü filmler yaratarak, kapalı birer toplum olmalarına karşın sürpriz yaratmışlardır. Polonya sineması Andre Wajda, Jerry Kalaworowicz, sonraları Roman Polanski gibi. Macaristan’daki Zoltan Fabri  örnekleri gibi….

1960’ların en önemli gelişmesi, üçüncü dünya ülkelerinin sinemalarının gelişmesi idi. Özellikle, Güney Amerika ve Afrikalı sinemacılar sömürgeciler ve emperyalistlere karşı radikal bir tutum içindeydiler. Ulusal bilinç geliştikçe bağımsız filmler özellikle Güney Amerika sinemasındaki ‘Yeni Akım’ çerçevesinde  yükselişe geçtiler. İspanya’da Luis Bunuel Fransa’da çektiği filmlerde  burjuvazi ve hristiyanlık eleştirilerini sıralarken, İsveç’ten İngmar Bergman insane doğasının karmaşık yapısını genellikle siyah beyaz çekimlerle irdeledi. Günümüzde Türkiye de  dahil bir çok sinemacının filmlerinde İngmar Bergman etkisini görmekteyiz.Nuri Ceylan, SemihKaplanoğlu  ve David Lynch……

Amerikan sinemasında ise star sistemi ve stüdyolar eski şaşasını 1960’ların sonunda mumla ararken, 1960’lardaki toplumsal çatışmalar sinemayı etkiledi. Bu dönemde Dennis Hopper, Arthur Penn, Stanley Kubrick, Robert Altman, Sam Pekinpah gibi sinemacılar filmlerinde  cinsellik, şiddet, militarizm gibi tabu konulara el attılar. 1960’larda karşı kültürün izlerini taşıyan filmlere  imza atan bu sinemacıların yanı sıra 60 sonları 70 başlarında Francis Coppola, Martin Scorsoce, George Lucas, Steven Spielberg gibi okullu sinemacılar  çalışmalarına başladılar.


Sinemada altmışlar dönemini kısaca özetledikten sonra Eric Cantona’nın filmografisine geçebiliriz. Eric Cantona şöyle demiş; ’Ben Fransa’da doğmuş olabilirim ama kendimi İngiliz gibi hissediyorum. Evet Cantona bir çok Fransız filminde rol almakla birlikte gerçek sinema kariyerini ünlü devrimci sinemacı Ken Loach’la işbirliği yaparak oluşturmuştur..(Bknz İmbd Eric  Cantona İngilizce filmler Elizabeth,Maneater)

Bu işbirliği çok yadırganmıştır. Zira genellikle işçi sınıfı filmlerinin yönetmeni olan ve  starlarla çalışmaktan nefret eden, Hollywood’un adını bile duymak istemeyen Loach’un futbolla da pek içli dışlı bir görünümü yoktur. Looking for Eric filmini irdeleyen Guardian gazetesindeki söyleside, ikili ‘Tuhaf  Birlik’ olarak adlandırılmıştır. (bknz  Simon Hatterson,Guardian,9.5.2009 ) Belki de söyleşinin altbaşlıklarında okuduğumuz gibi ikilinin ailelerinin işçi sınıfından gelmelerinden, Cantona’nın sağduyulu mizahi zekasından ya da trompet çalmasından etkilenmiştir usta sinemacı …Belki de filmlerinde gerçek kişileri oynatmayı seven Loach’un Cantona’yı bir stardan çok  gerçek bir kişi olarak algılamasından..Kimbilir?

Looking for Eric filmi 2009’da çekilmiş ve 20 yıldır Loach’un çektiği tek komedi filmi..
Filmin odağında Cantona hayranı, orta yaş buhranı yaşayan Eric Bishop adında bir adam var, 10 yıldır maça gidemiyor ve patronlara sövüp diğer postacı arkadaşlarıyla publarda maç izliyor. İdolleri Cantona. Cantona kendisini oynuyor. Belki de Loach ile Cantona’yı aynı noktada buluşturan sistemi reddeden radikal görüşleri. Futbolu bırakırken Cantona şöyle demişti: ’Futbolda para karakteri her şeyin  önüne geçti ve bu durum beni çok rahatsız ediyor.”

Film sıcak, insancıl bir film olmakla birlikte eski usul dayanışmayı ön planda tutan Loach filmlerinin toplumsal sınıflar arasında ezilen, sisteme dahil olmak zorunda kalan işçi sınıfına göz atan, onun savaşını veren diğer filmlerindeki devrimci tadı da içeriyor. Ustanın kamerasından Bishop’un oğlunun bir çete  reisi tarafından  maç bileti karşılığında çeteye dahil edilişini, sıradan yoksul ailenin çetenin tehdidi altına girişini görüyoruz.

Cantona’nın risk almayı, farklı olmayı ve isyan etmeyi simge almış yaşamı filmde o denli güzel işlenmiş, sahada yaptıkları ile senaryo arasında paralellik yakalanmış ki, futbolu ve Cantona’yı neden sevdiğimizi ve Loach sinemasının değerini  bir kez daha anlıyoruz.

7 yorum:

  1. bir eksiğimi tamamlayayım.sinemada en güzel fuebol
    filmleri uğur vardan a göre,
    1-zoltan fabri/cehennemde iki devre 1962
    2-dar alanda kısa paslaşmalar SERDAR AKAR 2000
    3-ricky tognazzi ultra 1991
    4-looking for eric ken lloych 2009
    5-damned united tom hooper 2009

    YanıtlaSil
  2. 1981 yapımı ,John Hustonun yönetmenliğini yaptığı Zafere Kaçış ı unutmamak lazım.Bütün spor filmleri içinde belki de bize en yakın olan filmdir "Zafere Kaçış". Futbolla ilgili film çekmek öyle her baba yiğidin harcı olmadığından, bu konudaki nadir filmlerden biri olduğunu söylemek de yanlış olmaz. Filmde Pele, Bobby Moore ve Ossie Ardiles gibi futbol efsanelerinin yanı sıra, Sylvester Stallone ve Michael Caine'in gençliklerini de görmek mümkündür. Hatta söz konusu iki aktör şimdi ki hallerine göre öyle gençtirler ki bu hale "cenin durumu" benzetmesi yapmak yanlış olmaz.
    filmin en sevdiğim sahnesinde, bütün takım maçtan önce taktik konuşurken Pele'nin tebeşiri eline alıp "Siz topu bana verin ben şöyle, şöyle, şöyle yapar gol atarım" demesidir. Söz konusu "şöyle"ler sırasında Pele tahtaya daireler çizmekte, Almanların yanından nasıl dolaşacağını anlatmaktadır:-)
    Film, oyunculuk, kurgu veya senaryo yönlerinden oldukça zayıftır ama hani tribünlerde de dendiği gibi "hareketleri yeter". Mutlaka izlenmeli, izlendikten sonra kesinlikle unutulmamalıdır.

    YanıtlaSil
  3. bir de steve mcqueenli başka bşr uyarlama da vadı sanki 'zafere Kaçış'ın....

    YanıtlaSil
  4. 1963 yapımı ama bunda futbol yok .gerçi bir bölümde steve mcqueen deyzbol topu ile oynar
    ama herhalde o sayılmaz....

    YanıtlaSil
  5. ne farkeder ki ha futbol ha beyzbol:)

    YanıtlaSil
  6. çok güzel söylemişsin.herkese hem futbol hem sinema iyi seyirler...bono sera cinema y futboll...bu arada bend it like beckham
    unutulmaz bir şölen daha.....

    YanıtlaSil
  7. jafar panahani 2006 offside filmi de mevcutmuş
    bilmiyordum ekliyorum.ilgili siteyi bilgiyi aldığım face'de yayınladım..

    YanıtlaSil