27 Şubat 2011 Pazar

1966'da Fransa Ligi

Eric Cantona'nın doğduğu 1966 senesinde dünyada neler olmuş bakmaya devam ediyoruz. Sırada Fransa Ligi'ne kısa bir bakış var. Kral'ın doğduğu yıl ülkede lig ne haldeymiş, kimler şampiyonluk kovalıyormuş...Barış Gerçeker yazdı.


Fransız futbolunda 1932’de başlayan profesyonel dönemin 34. senesi Eric Cantona’nın doğduğu 1966 senesine denk geliyor. Aykırı Fransız, Mayıs 24’te doğduğunda Nantes’ın şampiyonluğuyla biten 1965-66 sezonu bitmiş miydi bitmek üzere miydi, bunun kaydına ulaşmak mümkün olmadı.

O sezonda, 38 maçta 60 puan toplayarak 53 puanlı Bordeaux’nun önünde finişi gören Nantes’ın takipçisi Bordeaux ile aynı sayıda gol atıp aynı sayıda gol yemiş olması ilginç notunu düşelim. Eric’in doğduğu seneye de bu yakışırdı!


Aynı sezonun gol kralı, şampiyonun ’66 Dünya Kupası’nda da forma giymiş golcüsü Philippe Gondet. Takımının 84 golünün 36’sı Fransız’ın ayağından gelmiş.  14 kez milli takım forması giyen Gondet’in Horozlu formayla da yedi golü bulunuyor. ’71 senesinde Nantes’tan ayrılıp Paris-Joinville takımına transfer olduktan sonra ‘72’de son transferiyle şu anda amatör konumdaki Red Star Saint-Ouen’e gitmiş ve kariyerini sonlandırmış.

Eric’in doğduğu bu kutsal sene başlayan sezonun, 1966-67 sezonunun şampiyonu ise Saint Etienne olmuş. Ligi bir önceki şampiyonun altı puan önünde bitiren efsane Fransız takımı yine yerli malı bir gol kralı çıkartmış; Patrick Revelli. 82 golün 31’ini kaydeden Fransız golcü ağabeyi Hervé Revelli’yle aynı takımda üç sene forma giyebilmiş ve o da golcü bir isim. Ağabey Revelli yedi kez lig şampiyonluğu yaşamış bir oyuncu olarak da bir rekora sahip.

1966 senesinde İngiltere’de oynanan ve o meşhur golle hatırlanan Dünya Kupası’yla ilgili Fransız futbolunun anıları çok parlak değil. Üç maçta sadece bir puan almayı başarabilen Horozlar İngiltere’nin birinci, Uruguay’ın ikinci bitirdiği A Grubu’nda Meksika’nın da altında kalarak sonuncu olabilmiş. İlk maçta Meksika’yla 1-1 berabere kalan Fransa’da gol Strasbourglu Hausser’in ayağından gelmiş. İkinci maçta Uruguay’a 2-1 yenilen Fransızların tek golü bu sefer Bordeauxlu Bourgoing’in penaltısından. Son maçta kupayı kazanacak olan İngiltere’ye 2-0 yenilip Ada’ya veda etmişler. Bu tablo o zamanın Fransa milli takım teknik direktörü Henri Guérin’in de teknik direktörlük kariyerinin sonu olmuş.



Eric’in takımlarından Auxerre 1965-66 sezonunda henüz bırakın birinci ligi, ikinci lige bile çıkabilmiş değil. Ancak Guy Roux dönemi yeni başlamış diyelim, emektarın 36 senelik macerasının henüz başı yani.

İkinci sözleşmeli takımı Olympique Marseille ise tam da bu sezon ikinci ligi ikinci bitirerek birinci lige terfi hakkı kazanmış. Cantona’ya hazırlık!


İngiltere macerasından önceki son takımı olan Nîmes ise aynı sezonda yine henüz üçüncü ligde oyalanıyor durumda. Sonrasında ’67-68 sezonunda birinci lige yükselebilmişler.  Timsahlar (bizim Timsahların aksine, renkleri kırmızı-beyaz) ‘81’de küme düşmüşler, sonrası karanlık.
 

16 Şubat 2011 Çarşamba

1966'da Türkiye Ligi

Eric Cantona'nın doğduğu yıl olan 1966'ya bakmaya, Matthew Simmons röportajının ardından devam ediyoruz. Bu kez konumuz Türkiye Ligi. Anadolu kulüplerinin kurulmasıyla Türk futbolunda daha da özel bir yere sahip olan 1966'yı, Cüneyt Kurt yazdı. Keyifli okumalar....



Cantona'nın doğduğu 1966 yılında Cantona'yı büyük adam yapan oyun, Türkiye denilen bir ülkede çocukluk çağını yaşıyordu. O yıl 'Türk futbolu' deyimi; toprak zeminden çim zemine geçmenin heyecanını, sahada yabancı hakemler görmenin şaşkınlığını, ligin sadece 3 şehrin takımlarından oluşmasının sığlığını ama herşeye rağmen futbola karşı duyulan aşkı anlatıyordu.

Ali Sami Yen stadında ilk lig maçları

1966 yılının ilk günlerinde Türk futbol dünyası o zamana kadar pek benzeri görülmemiş bir heyecan içindeydi. Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü ile İstanbul Belediyesi'nin vardığı mütabakat sonucu Türkiye Ligi maçlarının bir süre 1964'de yapılan Ali Sami Yen stadında  oynanmasına karar verilmişti.Yapılan anlaşmaya göre stada 24 bini biletli olmak üzere 28 bin seyirci alınmasına izin verilecekti.



Ali Sami Yen stadının önemi ise zemininden kaynaklanıyordu.Çünkü stad o güne kadar çoğu Türk futbolcusunun ancak yaptığı Avrupa seyahatlerinde gördüğü çim zeminle kaplıydı.
Bu gelişme basının büyük kesimi ve otoriteler tarafından Avrupa ile eşit şartlar altında oynamak manasına geldiği için coşku muazzamdı.Maçdan sonra gazetelerde ise "Türk futbolunda reform" şeklinde başlıklar atılacaktı.

Staddaki ilk maç 1 Ocak 1966 günü saat 12:15'te Beykoz ile Ankaragücü arasında oynanacaktı.İlk kez çim zeminde bir maç oynanacak olunması Mithatpaşa stadının çamurlu sahasına alışkın taraftarları heyecanlandırmış ve stadyum önünde uzun kuyruklar oluşmasına neden olmuştu. Herkes çimi gördüğü için sevinçli ama bir o kadar şaşkındı.Futbolcular bile sık sık eğilip gazetelerin tabirine göre 'halı'gibi yumuşak' çimi okşamadan duramıyorlardı.

Stadın sahibi Galatasaray olsa da,İstanbul takımı olduğu için ev sahibi sayılan Beykoz takımında durum hiç de iyi değildi. Takımın aldığı peş peşe kötü sonuçlardan sonra kimse kulübe sahip çıkmadığı için tüm sorumluluğu takım kaptanı Şirzat almış ve maddi imkansızlıklar sonucu takım maçta giyecek forma bulamamış,sahaya Galatasaray takımdan aldıkları emanet formalarla çıkmıştı.

Ankaragücü ise Beykoz'a nispeten daha iyi durumdaydı.En azından külüplerinde bir başkanları,üstlerinde kendi formaları, ayrıca sezon ve sonraki sezon gol kralı olacak Ertan Adatepe gibi bir futbolcuları vardı.İki takımda olarak son derece hırslı oynuyor,çim zeminde oynanan ilk maçı kazanıp tarihe geçmek istediklerini belli ediyorlardı.Futbolcular zemine alışık olmadığı görülüyor,ayağı kayıp düşen futbolcular sahaya sık sık sağlık görevlilerinin girmesine neden oluyordu.

Maç bu şekilde devam ederken maçın 20.dakikasında Beykozlu Garbis'in ortasını Ankaragücü kalecisi Yunus elinden kaçırınca,gelen topa muhteşem bir vole vuran Niyazi hem Ali Sami Yen stadının,hem de Türkiye Liglerinde çim sahada oynanan ilk maçın ilk ve tek golünü atmış oluyordu.

İki takımında bu dakikadan sonraki gol denemeleri başarılı olmayınca maç 1-0 Beykoz'un üstünlüğü ile tamamlandı.Günün Ali Sami Yen'de oynanan diğer maçında ise Beşiktaş Hacettepe'yi 1-0 yenmişti.



Stad yetersizliği ve o günlerin Türkiye Ligi


Ali Sami Yen stadının açılmasını bu kadar önemli yapan ,o günlerdeki stad yetersizliğiydi.O günlerin Türkiye Ligi'nde sadece 3 büyük şehir; İstanbul,Ankara ve İzmir'den gelen takımlardan oluşması ise bu yetersizliği daha da açık bir şekilde göz önüne vuruyordu.İstanbul takımları (Beşiktaş,Fenerbahçe,Galatasaray,İstanbulspor,Beykoz,Feriköy,Vefa,) Mithatpaşa ve Ali Sami Yen stadında,Ankara takımları (Ankaragücü,Gençlerbirliği,Ptt,Hacettepe,Ankara Demirspor,Şekerspor) Ankara 19 Mayıs Stadı'nda,İzmir takımları (Altay,Göztepe,İzmirspor) ise İzmir Alsancak Stadı'nda dönüşümlü olarak oynuyorlardı.Bu da doğal olarak zeminin bozulmasına sebep oluyordu.

Anadolu devriminin asıl sebebi

Bursaspor'un şampiyon olmasından sonra popüler olan Anadolu devriminin başlangıcını 1966 ve 1967 yıllarına dayandırmak yanlış olmaz.Günümüzde büyük Anadolu takımları olarak tanımladığımız Trabzonspor,Bursaspor,Gaziantepspor,Diyarbakırspor,Kayserispor gibi takımların büyük bir bölümü 1966 yılında daha kurulmamıştı.Türkiye 'de Birinci ve İkinci Liglerindeki takımların büyük kısmının 3 büyük şehir takımlarından oluştuğu o günlerde Anadolu futbolu ancak amatör küme seviyesindeydi.

Türkiye profesyonel liglerindeyse takımların metropollere yayılmış olması,stadlarda büyük bir zemin problemi oluşturuyor ve bu yüzden Türkiye 1.Ligi'nin 16 takımdan 14 takıma düşürülmesi bile tartışılıyordu.Federasyon başkanı Orhan Şeref Apak ise bir yandan ligdeki takım sayısının azaltılmasını dile getirirken,diğer yandan oluşan sorunun futbolun Anadolu'ya yayılmasıyla çözülebileceğini düşünüyordu.

Bu kapsamda amatör seviyedeki Anadolu takımlarının birleştirilerek daha güçlü hale getirilmesini sağlayan Orhan Şeref Apak'ı Anadolu devriminin babası olarak saymak yanlış olmaz.  

1966'da kurulan Anadolu kulüpleri

-Trabzonspor
-Denizlispor
-Elazığspor
-Malatyaspor
-Antalyaspor
-Aydınspor
-Edirnespor
-Karamanspor
-Kastamonuspor
-Kayseri Erciyesspor
-Zonguldakspor
-Kocaelispor



1965-1966 ve1966-1967 şampiyonu Beşiktaş

1966 yılının en iyi takımı süphesiz Beşiktaş'tı.1965-66 sezonunda 48 puan ve 1966-67 sezonunda 45 puan toplayan Beşiktaş iki sezonda da şampiyon olmuştu.O dönem külüp başkanı 'Baba Hakkı' yani  Hakkı Yeten,teknik direktör ise Yugoslav (o zamanlar öyle denirdi şimdi ya Sırp,ya Hırvat veyahut Boşnak deniyor!) Ljubisa Spajic'ti.

1965-66 Beşiktaş Kadrosu:
Kaleciler: Necmi Mutlu, Sabri Dino
Savunma: Yavuz Çoker, Fehmi Sağınoğlu
Orta Saha: Kaya Köstepen, Suat Mamat, Süreyya Özkefe, Yusuf Katırcıoğlu, Coşkun Ehlidil, Cevdet Çetinkaya, Sami Şenol
Forvet: Ahmet Şahin, Yusuf Tunaoğlu, Sanlı Sarıalioğlu , Ahmet Özacar, Fethi Türkeş, Faruk Karadoğan , Güven Önüt

Takımın gol yükünü Ahmet Şahin 14 golle ve Ahmet Özacar 11 golle taşıyordu.Bu iki oyuncu takımın o sezon attığı 52 golün 25'ine imza atmışlardı.O sezon Beşiktaş takımı Türkiye Kupası'nda tarihinde ilk kez finale çıkmış ama Galatasaray karşısında maçı Turan Doğangün'ün 88.inci dakikada attığı golle 1-0 kaybetmişti.

Beşiktaş takımı Avrupa'da ise 1964-65 sezonunda lig ikincisi olduğu için Balkan Kupası'na katılmıştı.Balkan Kupası maçları 1964-65 sezonu daha bitmeden oynanmaya başlandı. Beşiktaş ilk maçını Bulgar ekibi PFC Cherno More Varna ile oynadı ve İstanbul'da 1-1 berabere kaldılar. İkinci maçta ise rakibi Arnavutluk takımı 17 Nentori Tiran'dı. İstanbul'da oynanan maç 1-1 bitti. 3. maçta rakip Rapid Bükreş'ti ancak Beşiktaş, aynı gün Lazio ile Şükrü Gülesin'in jübile maçı olması nedeniyle maça katılmadı ve iki maç için de hükmen yenik sayıldı.İkinci tur maçlarında ise Beşiktaş, iki rakibine de 2-0'lık skorlarla yenildi.

Beşiktaş'ın bir diğer final maçı ise o sezon ilk kez oynanan Cumhurbaşkanlığı kupasıydı.Bugünkü Süper Kupa'ya eşdeğer görebileceğimiz kupa maçında Galatasaray'la karşılaşan Beşiktaş bu kez 2-0'lık skor ile rakibine yine finalde kaybetti.

1966-67 sezonuna teknik direktör Ljubisa Spajic'le devam kararı alan Beşiktaş takımı,tarihindeki ilk yabancı oyuncuları bu sezon kadrosuna katmıştı.Daha önce Barcelona ve Sevilla'da oynamış Tibor Szalay ve Real Betis ve Espanyol formalarını giymiş Joe Erwin Kuzman isimli iki Macar futbolcuyu transfer eden Beşiktaş,yerli oyuncularda ise kadrosunu büyük ölçüde korumuştu.


1966-67 Beşiktaş Kadrosu:

Kaleciler: Necmi Mutlu, Sabri Dino
Savunma: Fehmi Sağınoğlu, Erkan Yanardağ, Yavuz Çoker, İhsan Büyükbuğdaypınar
Orta Saha: Kaya Köstepen, Süreyya Özkefe, Yusuf Tunaoğlu , Cevdet Çetinkaya (14), Sami Şenol, Suat Mamat
Forvet: Sanlı Sarıalioğlu , Faruk Karadoğan , Ahmet Özacar,Joe Erwin Kuzman, Fethi Türkeş,Güven Önüt,Ahmet Şahin, Coşkun Ehlidil ,Tibor Szalay


Kral'ın halefi Ertan Adatepe
   

1966 yılının en iyi futbolcusunu seçecek olsak bu isim şüphesiz Ertan Adatepe olurdu.1965-1966 sezonunda 26 maçta 20 golle ve 1966 - 1967'de de 28 maçta attığı 18 golle iki sezon üst üste gol kralı olan Ertan Adatepe,1 Ocak 1938'de Ankara'da doğdu.Profesyonel futbol kariyerine 1956 yılında Ankaragücü kulübünde başladı.İstanbul'da Galatasaray'la oynadıkları özel maçta beğenilen Ertan,o sezon Galatasaray'a transfer oldu,fakat Metin Oktay'la aynı tarzda oynadığı için fazla forma şansı bulamadığı Galatasaray'dan 1960'da ayrıldı.1965-66 ve1966-67 sezonunda Metin Oktay'ı geçerek gol kralı olduğunda Metin Oktay'dan sonra Türkiye Birinci Futbol Ligi'nde birden fazla kez gol kralı olan ilk futbolcu olmuştu.Bir sonraki sene 60 bin lira gibi o döneme göre iyi bir paraya PTT'ye transfer oldu.Sonraki dönemlerde Göztepe formasıyla Avrupa kupalarında da oynayan Ertan Adatepe 1970 yılında futbolu bıraktı.Ertan Adatepe 1 kez A milli formayı giymiştir.

Hakemlere şiddet ve yabancı hakemler

1966 senesinde hakemler şiddet her zamankinden daha fazlaydı.Neredeyse her hafta bir hakem dövülüyordu.Mesela 14 Şubat 1966 günü Güneşspor-Samsunspor takımları arasında oynanan ikinci lig maçında hakem Fehmi Pazarcı odunlar ile dövülmüştü.Bu olayların sonunda hakemler bazı takımları boykot ediyor veya lig maçlarına geniş güvenlik önlemleriyle çıkılıyordu.Bu durum karşısında sabrı taşan federasyon ise biraz kızgınlıktan,biraz da mecburiyetten maçlarda yabancı hakemlerin düdük çalmasına karar verdi ve o sezon ligde birçok maç yabancı hakem yönetiminde oynandı. 

Bir acayip yükselme:Karşıyaka

1963-64 yılında oynadığı Karşıyaka-Kasımpaşa maçında (maç 4-0 bitmişti) şike yaptığı gerekçesiyle 19 Ağustos 1964'te ligden düşürülen Karşıyaka takımı, Danıştay'a temyiz davası açmıştı. Duruşmadan bir kaç gün önce ise gazeteler,Karşıyaka-Kasımpaşa maçında şike yapıldığına dair delillerin çalındığına dair haberler yazıyordu.Takvimler 30 Mart 1966'yı gösterdiğinde ise mahkeme delil yetersizliği nedeniyle Karşıyaka'nın Birinci Lig'e iadesine karar verdi.Bu acayip olaylar dizisinin sayesinde 1966-67 sezonunda Türkiye Birinci Ligi 17 takımla oynanmıştır.

1965-66 Sezonu Puan Durumu
Takımlar            O           G            B            M           A            Y            P
Beşiktaş            30           20           8            2            52            16           48
Galatasaray       30           17           8            5            53            20           42
Gençlerbirliği    30           15           8            7            32            24           38
Fenerbahçe        30           10           12          8            32            25           32
Göztepespor       30           12           8           10           33            27           32
Altay                   30           10           8           12           26            28           28
Ankaragücü         30           10           7           13           52            52           27
Feriköy                30            7            13          10           28            32           27
Vefa                      30            9            9            12           30            39            27
Ankara D.spor      30            9            9            12            26            36           27
İzmirspor              30            8            11           11            32            43           27
Hacettepe              30            11           5           14            33             46           27
İstanbulspor          30            8            9            13            26            35            25
Ptt                        30            10            5            15            28            45            25
Şekerspor            30            7            10            13            40            45            24
Beykoz               30            6            12            12            22            32            24

1966-1967 Sezonu Puan Durumu
Takımlar            O            G            B            M            A            Y            P
Beşiktaş            32            16           13           3            44            15            45
Fenerbahçe        32           17            9            6            37            20            43
Galatasaray        32           12           17           3            53            33            41
Göztepespor       32           14           10           8            47            31           38
Altay                   32           11           10          11           27            27           32
Gençlerbirliği      32            8            15          9            35            28            31
Ptt                        32            9            13          10          34            30            31
Eskişehirspor       32            10          11          11          29            44            31
Ankaragücü         32            8            14          10          29            36            30
Ankara D.spor     32            8            14          10          27            35            30
Feriköy                32            10          10          12          29            39            30
Altınordu            32            10            9            13         39            42            29
Vefa                     32            9            11            12        31            35            29
Hacettepe            32            8            13            11         24            33           29
İstanbulspor        32            10            8            14         25            28            28
İzmirspor            32            6            13            13          21            37            25
Karşıyaka            32            6            10           16          18            36            22

7 Şubat 2011 Pazartesi

Matthew Simmons Röportajı

Yazılarımıza bir röportaj için ara veriyoruz. Çünkü röportaj, futbol tarihinde unutulmazlar arasına girmiş bir anın kahramanına, Cantona'nın milyonların gözü önünde uçan tekmeyi yapıştırdığı Matthew Simmons'a ait. 31 Ekim 2004'te İngiliz The Guardian gazetesinde yayımlanmış olan röportajı, Emre Çelik Türkçe'ye çevirdi...


HEDEFTEKİ ADAM
Matthew Simons önce kurban olarak görüldü fakat daha sonra ırkçı olarak öne çıkarıldı. Şimdi ise olayın yıldönümünden önce verdiği ilk röportajında Jamie Jackson’a üzgün olduğunu fakat bir özür beklediğini ifade ediyor.

Matthew Simmons Güney Londra, Croydon’da bir barda otururken hayatını baştan aşağı değiştiren Selhurst Park’taki geceyi aktarıyor. Cantona’nın kendisine attığı tekmenin hemen ardından Simmons Adadaki en tanınmış ve hakkında en çok olumsuz yorum yapılan insanlardan birine döndü,  işini kaybetti, ailesinden sırtını çevirenler oldu ve gazeteciler bir an olsun peşini bırakmadı.

“Yanlış zamanda yanlış yerdeydim.” diyor ve ardından bilgisayarımda bir taslak çizerek o gece nerede oturduğunu ve Cantona’nın oyundan atıldıktan sonra neler olduğunu anlatıyor. ”Burası Selhurst Park’ın maraton tribünü. Koridorlardan aşağıya inip korkulukların önünde istediğiniz yere geçmek çok kolaydır. Onu gelirken gördüğümde tuvalete gidiyordum. Biliyorum bu bir mazeret olamaz ama bazen gerçekler olanların en basitidir. Bulunduğum yer bulunmam gereken yer değildi. Fakat bu ölümcül bir suç değil ve kesinlikle benim asılmamı, sürülmemi veya parçalarıma ayrılmamı gerektirmez.“

Saldırıdan suçlu bulunan Cantona, Croydon mahkemesine, taç çizgisi boyunca yürürken Simmons’un annesine ağza alınmayacak küfürler ettiğini söyledi. Simmons ısrarla Cantona’nın yalan söylediğini belirtiyor “Tanrı aşkına hiçkimse hakkında onun söylediğimi iddia ettiğinden daha kötü bir şey söyleyebilir misiniz? Söylediklerinde tamamen haksız. O tam bir pislik. Böyle bir şey söylememle beni nasıl suçlar? Hakkımdaki bu suçlama nereden geliyor? Onun tarafından. Hayatımı mahfetti. Ve işte bundan dolayı olanlar affedilemez.”

O gece Simmons’un yanındaki bayan Cathy Churchman, Simmons’un söylediği hiçbir şeyi duymadığını belirtiyor. ”Bağırdığı her şeyi duyduk’ diyen insanlar vardı. Bu kesinlikle ve kesinlikle yalan çünkü kimsenin bağırdığını duymadım. Herkes Cantona atıldığı için bağırıyordu. Yani bizim 11 sıra arkamızda oturup söylenenleri duyduklarını iddaa edenlerin söyledikleri tamamen aptalca.

Öyleyse Simmons tam olarak ne söyledi?  “Belki inanılmaz gelecek ama bana söylediklerinden farklı bir şey değil. O kadar önemsiz şeylerdi ki hatırlayamıyorum bile. Ama eminim ki saldırı içeren ve kaba şeyler değildi. Ve o günden sonra başıma gelen hiçbir şeyi haklı çıkaracak türden şeyler değildi  


30 yaşındaki Simmons’u benimle görüşmesi için ikna etmem zorlu bir süreç oldu. Ona birkaç kere yazdım ve Güney Londra, Thornton Heath’te Selhurst Parka yürüme mesafesiyle birkaç dakika uzaklıktaki bütün hayatını annesi Jackie ile birlikte yaşadığı evini ziyaret ettim. Bir gece annesi Jackie ile buluştum ve evin antresinde ayaküstü oğlunun bir delikanlı olarak Selhurst Park’ta maçlara gidişini, nasıl top toplayıcı çocuk olduğunu ve kulübün barında ona içki servisi yaparak yardım ettiği günleri konuştuk. Annesi, Matthew küçük bir çocukken babasının evden ayrıldığını fakat şimdi ise yaptığının tamamen doğru olduğunu düşündüğünü söylüyor “çünkü o zamanlarda Matt’i de yoldan çıkaracağını düşünmüştüm.” diye ekliyor.

1995 yılında Eric Cantona belki de Ada’daki spor basınının en çok ilgisini çeken kişiydi. Olağanüstü yeteneğinin yanında kibiri ve inişli çıkışlı disiplini ile o dönem yeni yeni ortaya çıkan İngiliz futbolundaki yıldız kültürünü domine ediyordu. Simmons ise, İngiliz tabloidlerinin ortaya çıkarmak için çok fazla zaman harcamasına gerek olmayan karanlık ve sorunlu bir geçmişe sahipti.

Örneğin Tabloid gazeteler Simmons’un Britanya Ulusal Partisi’ne ve Ulusal Cephe mitinglerine katıldığını ve ayrıca 1992’de Croydon’da bir petrol istasyonunda bir görevliye soygun amaçlı saldırı teşebbüsünden dolayı mahkum edildiğini keşfettiler. Simmons 90 santimlik bir İngiliz anahtarıyla Sri Lanka doğumlu Lewis Rajanayagam’ın omzuna vurarak   -tek sebebi Lewis’in başına gelen İngiliz anahtarından kurtulabildiği için- saldırıda bulunmuştu. Rajanayagam “Çok korkmuştum. Beni öldüreceğini düşündüm. Direk kafama vurmayı amaçlamıştı. Eğer vurabilseydi muhtemelen kafatasımı parçalardı.” demişti.

Bugün saldırıyla ilgili olarak Simmons “Kendimden utanıyorum. İnsanlar bu saldırı hakkında tabii ki tepki verebilirler. Adil ve doğru olan da bu. Fakat bütün bunların hepsi benim Cantona olayında haksız olduğumu göstermez.” diyor.

Simmons, Rajayanagam’a saldırdığında 17 yaşındaydı. Israrla ‘o olay’ diye adlandırdığı olaylar olduğunda 20 yaşındaydı. Olayın ardından tehtitkar söylemleri ve davranışı için düzenlenen davada suçlu bulunmasının ardından davacının (Cantona’nın) avukatına kürsünün üzerinden sıçrayarak uçan tekmeyi geçirdi. 7 gün hapis cezasına mahkum edildi fakat sonradan cezası 24 saate çevrildi.

Ardından hikayesini The Sun’a sattı. Bununla ilgili olarak “Çok büyük bir hataydı. Aslında nlatacaklarım vardı ve söylemem gerektiğini düşündüm. Fakat hikayemi yayınlama süreci tamamen medya tarafından düzenlendi. The Sun soruları sordu ve bende dürüstçe yanıtladım. Böylece düşündüğüm gibi olmadı.”

Röportaj için ne kadar ödediler peki? “Çok fazla değil.” 10000 sterlin? “Hayır. Birkaç bin sterlin görüşmeden önce ve birkaç bin sterlin de görüşmeden sonra vereceklerini söylediler fakat hiçbir zaman ödemediler. Hiçbir zaman.”

24 saat boyunca the Sun ile Gatwick Otel’ine kapanınca kendi kendine “ben ne yapıyorum” diye sordu ve şaşırtıcı bir işe girişti. ”Manchester United’ı  aradım. Neler olup bittiğini öğrenmek istedim. İşte bundan dolayı Sir Alex Ferguson’u aradım fakat United ona ulaşmak isteyenin ben olduğumu sanırım anlayamadı. O an aklımdan geçenleri hatırlayamıyorum. Sanırım kendimi sakinleştirmenin bir yolunu arıyordum. ”

Simmons gittikçe toplumdan uzaklaşan bir figür haline geldi. Barlardan artık uzak durduğunu söylüyor fakat onun için bütün takımlardan önce geldiğini söylediği Fulham maçlarına gittiğini de ekliyor. Ara sıra Palace’a dönüyor ve olayın yaşandığı maraton tribününde maçını izliyor. Örneğin henüz birkaç hafta önce Selhurst Park’ta maça gitmiş.


İnşaat işcisi olarak çalışıyor ve inşaat ile alakalı her şeyi yapıyor. Artık hayatındaki her şey annesinden ayrılmış da olsa yedi yaşındaki oğlu. Bazı aile üyeleri daima o meşhur olayla anılacak olan Matt ile görüşmüyor. “Cantona bana vurarak tamamen profosyonellik ve disiplinden uzak olduğunu gösterdi. Ben de dahil olmak üzere herkes sinirlerine hakim olamayabilir fakat olaydan sonra gerek medya gerek Ferguson gerekse Cantona tarafından maruz kaldığım istismarlar affedilemez.”

Eğer bugün Cantona ile görüşme imkanın olsa Matthew ona neler söylerdin? “Eğer bu kadar ılımlı bir insan olmasaydım ve kendi işimi yapsaydım çoktan görüşürdük. En ufak bir utanç ve rahatsızlık duymuyorum. Lakin üzerinde durulması gereken nokta benim ona karşı ne yapacağım değil onun bana karşı nasıl bir tutum sergileyeceğidir. Benimle yüzleşince suratı nasıl bir şekil alacak? Kafasını çevirip yüzüme bakabilecek mi ya da yine agresif bir tavır mı sergileyecek?”

Acaba bir özür düşüncelerinizin değişmesine yol açar mı?
“Kesinlikle. Çünkü bu onun harbiden adam olduğunu gösterir. Bunu kameraların ve insanların önünde yapmasına bile gerek yok. Benim evimine gelebilir ve ikimiz bildiği sürece bunu kimse bilmez bile.”

Fransız’ın da üzerinden yaklaşık 10 yıl geçen olayla ilgili olarak kendi yaptıklarının da, Matthew’in yaptıklarının da yanlış olduğunu düşünmesi hala mümkün. Simmons her yıl Christmas öncesi tekrar tekrar ortaya çıkan medyadan uzak durmak için ve ayrıca çocuğunu medya baskısından korumak için eve kapanacağını söylüyor. Hayatının geri kalanını inşa etmekte gayet samimi görünüyor. Belki o gece Selhurst Park’ta meydana gelen olaylarda kendi üzerine düşen suçlamaları kısmen  kabul etmesi ona da hayatta başarılı olma fırsatı verecektir.

1 Şubat 2011 Salı

1960’larda Sinema

Sırada ikinci yazımız var. Sevgili Efsun Güztoklusu, Eric Cantona'nın yakın ilişki içinde olduğu sinema sanatına bir göz atıyor. Bu yazıda, Cantona'nın doğduğu yıl olan 1966'dan yola çıkarak, 60'ların sineması, İtalyan Yeni Gerçekçiliği, Ken Loach, Cantona'nın son filmi Looking For Eric gibi başlıkları bulabileceksiniz. Keyifli okumalar...


Sinemanın kronolojik gelişimine baktığımızda, 1960 sinemasının tarihsel izdüşümünü II.Dünya Savaşı sonrası başlığı altında inceleyebiliriz.
a)Sessiz Sinema
b)2.Dünya Savaşı  öncesinde sesli sinema
c)Savaş yılları ve 2.Dünya Savaşı sonrası sinema
 altbaşlıklarını kısaca sıralayalım..

2.DÜNYA SAVAŞI SONRASINDA SİNEMA(1945-1969)
Savaş yıllarının hemen ardından İtalyan ve Fransız sinemalarında iki ana akım görmekteyiz.


İTALYAN SİNEMASI

YENİGERÇEKÇİLİK  olarak adlandırılan bu akımın temsilcileri her ne kadar  Mussolini’nin kurduğu  Deneysel Sinema  Merkezi’nde öğrenim görmüş olsalar da, yapay salon filmleri yerine, toplumsal temalı filmlere yöneldiler. En önemli temsilcileri Victoria de Sica‘yla, Roberto Rosselli’ydi. Barok sinemaya önem veren Visconti bu akımdan ayrıldı. Yerini kısa sürede bu akıma dahil olan Fellini ve Michelangelo Antonioni( modern sinema anlamında daha sonra birer okul  olan) aldı.1960’larda bu grubun ikinci kuşağı  ortaya çıkmakta gecikmedi. Bernardo Bertolucci, Vittorio Taviani, Lisa Wertmuller gibi ikinci kuşak sinemacılar çağdaş toplumu ve tarihi, çeşitli açılardan sorgulayarak,özgün usluplarını geliştirdiler.


YENİ DALGA: Fransa’da  yenileşme dönemi bu akımla başladı. Kurgudan çok görüntünün iç düzenlenişine önem vererek, Fransız sinemacılar ‘yaratıcı sinemalar’ kuramını geliştirdiler. Klasik  Hollywood ve Fransız sinemasının kalıplarına karşı çıkarak, filmlerin de aynı romanlar gibi yaratıcılarının damgasını taşıması gerektiğini ileri sürdüler. Akımın önemli temsilcileri; François Truffaut, Alain Resnais, JeanLuc Goddard, Louis Malle, Eric  Rohmer‘dir.…
Bazı ülkelerde bu akımlar doğarken, örneğin Rusya sineması Stalin döneminin karanlık dünyasının izleri nedeniyle gerilemiş, Polonya sineması, Macar Sineması bu dönemde ünlü yönetmenler ve kendine özgü filmler yaratarak, kapalı birer toplum olmalarına karşın sürpriz yaratmışlardır. Polonya sineması Andre Wajda, Jerry Kalaworowicz, sonraları Roman Polanski gibi. Macaristan’daki Zoltan Fabri  örnekleri gibi….

1960’ların en önemli gelişmesi, üçüncü dünya ülkelerinin sinemalarının gelişmesi idi. Özellikle, Güney Amerika ve Afrikalı sinemacılar sömürgeciler ve emperyalistlere karşı radikal bir tutum içindeydiler. Ulusal bilinç geliştikçe bağımsız filmler özellikle Güney Amerika sinemasındaki ‘Yeni Akım’ çerçevesinde  yükselişe geçtiler. İspanya’da Luis Bunuel Fransa’da çektiği filmlerde  burjuvazi ve hristiyanlık eleştirilerini sıralarken, İsveç’ten İngmar Bergman insane doğasının karmaşık yapısını genellikle siyah beyaz çekimlerle irdeledi. Günümüzde Türkiye de  dahil bir çok sinemacının filmlerinde İngmar Bergman etkisini görmekteyiz.Nuri Ceylan, SemihKaplanoğlu  ve David Lynch……

Amerikan sinemasında ise star sistemi ve stüdyolar eski şaşasını 1960’ların sonunda mumla ararken, 1960’lardaki toplumsal çatışmalar sinemayı etkiledi. Bu dönemde Dennis Hopper, Arthur Penn, Stanley Kubrick, Robert Altman, Sam Pekinpah gibi sinemacılar filmlerinde  cinsellik, şiddet, militarizm gibi tabu konulara el attılar. 1960’larda karşı kültürün izlerini taşıyan filmlere  imza atan bu sinemacıların yanı sıra 60 sonları 70 başlarında Francis Coppola, Martin Scorsoce, George Lucas, Steven Spielberg gibi okullu sinemacılar  çalışmalarına başladılar.


Sinemada altmışlar dönemini kısaca özetledikten sonra Eric Cantona’nın filmografisine geçebiliriz. Eric Cantona şöyle demiş; ’Ben Fransa’da doğmuş olabilirim ama kendimi İngiliz gibi hissediyorum. Evet Cantona bir çok Fransız filminde rol almakla birlikte gerçek sinema kariyerini ünlü devrimci sinemacı Ken Loach’la işbirliği yaparak oluşturmuştur..(Bknz İmbd Eric  Cantona İngilizce filmler Elizabeth,Maneater)

Bu işbirliği çok yadırganmıştır. Zira genellikle işçi sınıfı filmlerinin yönetmeni olan ve  starlarla çalışmaktan nefret eden, Hollywood’un adını bile duymak istemeyen Loach’un futbolla da pek içli dışlı bir görünümü yoktur. Looking for Eric filmini irdeleyen Guardian gazetesindeki söyleside, ikili ‘Tuhaf  Birlik’ olarak adlandırılmıştır. (bknz  Simon Hatterson,Guardian,9.5.2009 ) Belki de söyleşinin altbaşlıklarında okuduğumuz gibi ikilinin ailelerinin işçi sınıfından gelmelerinden, Cantona’nın sağduyulu mizahi zekasından ya da trompet çalmasından etkilenmiştir usta sinemacı …Belki de filmlerinde gerçek kişileri oynatmayı seven Loach’un Cantona’yı bir stardan çok  gerçek bir kişi olarak algılamasından..Kimbilir?

Looking for Eric filmi 2009’da çekilmiş ve 20 yıldır Loach’un çektiği tek komedi filmi..
Filmin odağında Cantona hayranı, orta yaş buhranı yaşayan Eric Bishop adında bir adam var, 10 yıldır maça gidemiyor ve patronlara sövüp diğer postacı arkadaşlarıyla publarda maç izliyor. İdolleri Cantona. Cantona kendisini oynuyor. Belki de Loach ile Cantona’yı aynı noktada buluşturan sistemi reddeden radikal görüşleri. Futbolu bırakırken Cantona şöyle demişti: ’Futbolda para karakteri her şeyin  önüne geçti ve bu durum beni çok rahatsız ediyor.”

Film sıcak, insancıl bir film olmakla birlikte eski usul dayanışmayı ön planda tutan Loach filmlerinin toplumsal sınıflar arasında ezilen, sisteme dahil olmak zorunda kalan işçi sınıfına göz atan, onun savaşını veren diğer filmlerindeki devrimci tadı da içeriyor. Ustanın kamerasından Bishop’un oğlunun bir çete  reisi tarafından  maç bileti karşılığında çeteye dahil edilişini, sıradan yoksul ailenin çetenin tehdidi altına girişini görüyoruz.

Cantona’nın risk almayı, farklı olmayı ve isyan etmeyi simge almış yaşamı filmde o denli güzel işlenmiş, sahada yaptıkları ile senaryo arasında paralellik yakalanmış ki, futbolu ve Cantona’yı neden sevdiğimizi ve Loach sinemasının değerini  bir kez daha anlıyoruz.