8 Temmuz 2011 Cuma

The Switch Üzerine Cantona Röportajı

Uzun bir aranın ardından blog yeniden hareketleniyor. Çeşitli sorunlar sebebiyle bloğu boş bıraktığımız günlerde Cantona yeniden kamera karşısına geçti ve Frédéric Schoendoerffer'in The Switch filminde başrolde yer aldı. Aşağıdaki röportaj da bu filmin tamamlanmasının hemen ardından yapıldı ve taze taze sizlere sunuluyor. Keyifli okumalar.

 


Bu filmi yapmak istemenizdeki en önemli etken nedir ? Senaryo ? Karakter ? Frédéric Schoendoerffer ?

The King: Her zamanki gibi hepsinden biraz diyebiliriz. Ama hepsinden once Frederic. Onunla calismak beni heyecanlandiriyor. Ben yurt disindayken menajerim Elisabet Tanner proje hakkinda konusmak icin beni aradi ve senaryoyu yolladi. Paris’e doner donmez Frederic ile bulustum. Filmerini daha onceden biliyordum ve isinde en iyilerinden bir tanesi. Ustaligini, titizligini ve zerafetini begeniyorum. O, bir hikayeyi anlatirken anlattigi hikaye etkili oldugu gibi  ayni zamanda temiz ve estetik. Karakterlerini cok iyi filme yediriyor. Switch icin konusmak gerekirse, ilk olarak bana polislerin gorunumunden bahsetti. İyi gorunumlu ve takim elbiseli olmalarini istiyordu. Bu erken karar vermemde etkili oldu.


Size, karakteriniz olan Cinayet Mufettisi hakkinda neler soyledigini hatirliyormusunuz?

The King: Ozellikle ona danismanlik yapan, duzenli olarak calistigi ve uzun yillardan beri tanidigi gercek cinayet polislerinden bahsetti. Aralarindan arkadasi olan bir tanesiyle tanisip partnerim Mehdi Nebbou ile beraber uzun sure vakit gecirdik. Bu anlari cok hosuma gitti ve bu anlari icten yasamayi denedim , ona (cinayetciye) mesleki ve senaryo geregi sorulabilecek butun sorulari sormaya calistim. Yaptiklarindan eminler mi? Supheleri var mi? Sorgu sirasinda hareketleri ve davranislari nasil ?  Gercegi biliyormus gibi yapmak zorundalar mi ? Bu cok piskolojik bir is. Acikcasi mesaji bana cok net iletti.

Peki sizce bu adim gerekli miydi ?

The King: Evet, bence kesinlikle olmasi gerekiyordu ve Frederic de bunu iyi biliyor. Bu isin cok sevdigim bir yonu. Bu bir kere karaktere can vermenin, piskolojisini anlamanin, etkilesimlere acmanin ve kisisel olarak zenginlestirmenin bir yolu. Ayrica kendisinden ilk sahnelerin cekimlerine katilmasini istedik. Bunu yaptigi isin karsiliginin dogru olup olmadigini gormesi icin hem ben hem Frederic istedik (burada cinayetciden bahsediyor). Butun bu fonksiyonlarin arkasinda bir davranis ve bir mantik var. Bir keresinde oynadigim karakter icerisinde biraz kendisini buldugunu soyledi, bu benim icin rahatlaticiydi.

Peki bu sizde birseyleri ondan calmis hissi uyandirdi mi ?

The King: Calmak mi, hayir cunku orda bizlere ve filmin yapimina yardimci olmak icin bulunuyordu ama bazi detaylardan etkilendim. Onunla ve ekibiyle beraber iyi bir is cikardik.

Oynadiginiz Mufettis Forgeat karakterini biraz anlatabilir misiniz ?

The King: Her seyden once insan. Fikirlerini aldigimiz mufettisle yaptigimiz gorusmelerin sonucunda diyebilirim ki biraz anarsist, biraz maceraci ve her seferinde insanligin gerceklerini kesfeden biri. Tabii ki de devlete hizmet etmek icin bulunuyorlar ama onlari motive eden daha derin, daha gizli ve daha sahsi bir seyler var. Bunun yani sira sokaklardalar, risk alma, gercegi bulmanin heyecani, adrenalin yukselmesi, bunlarin hepsi seni insan yapiyor. Kafasini karistiran supheleri var, Kızı (hikayedeki) yavas yavas daha farkli gormeye basliyor , onu dinliyor ve anlamaya calisiyor cunku o kesinlike her seyden once bir insane. Bununla ilgili Frederic ile cok konustuk. Frederic ile calisirken butun isler onceden yapilir cunku cekim esnasinda her ne kadar oyunun icinde ve bize cok yakin olsa bile artik o kadrajdan isiklara ve aksiyona kadar her seyle ilgilenir. Ama asil olarak on calisma yapmamizin amaci ise basladigimizda oyunun nereye gidecegini bilmemiz. Once Karin ve daha sonra Mahdi ile birlikte butun okumalarimizi yaptik. Birbirimize sorabilecegimiz butun sorulari sorduk. Neden boyle dedik? Neden boyle ? Karakterlerin evrimi uzerinde ve yavas yavas alismakta olduklari suphe uzerine konustuk. Senaryoyu ogrenmek icin defalarca okumaya ihtiyac duydum. Neyi ogrendigimi bilmek ve anlamak istiyordum. Anlamak ve ogrenmek arasinda cok buyuk bir farklilik vardir. Anlamak, ogrendiklerimizi uygulanabilir hale getirmektir. Bu benim icin buyuk bir zevk ve gelismek icin bundan daha iyi bir yontem yok

Bu filmde ayni zamanda arkadasiniz Rachida Brakhni ile de calistiniz

The King: Cekimlerden bir sure once beraber tatile cikmistik, bu bir firsatti. Daha once de benim oynadigim Face au paradise isimli tiyatro oyununu yonetmisti onceden birbirimizle calisma aliskanligimiz var ve bu kendisiyle ikinci kez calisma sansim. Senaryoyu ogrendikten sonra onunla beraber sahneler uzerinde calismaya basladik. Cekimden onceki son etaplardi ama her bir etaptan cok zevk aldim. Ben yolculugun kendisinden cok bu yolculuga hazirlik asamasini seven bir tipim. Nereye gidiyoruz? Nasil gidiyoruz? Ne yapiyoruz ? Neden ? bu sorularin hepsini seviyorum. Ruyami insa etmeyi seviyorum

Mufettis Forgeat gibi bir karakteri oynarken kendinizden bir parcayi oynuyormus gibi mi hissediyorsunuz yoksa tamamen farkli bir karakteri oynamanin keyfini mi cikariyorsunuz ? 

The King: Gercekten garip olan su ki, yaptigimiz butun bu calismalar oynadigimiz karakterin hem bizden hem de bizden baska biri oldugu hissini vermenin bir parcasi.

Simone Signoret aktorlerin karkaterlere degil karakterlerin aktorlere can verdigini soylemisti ?

The King: Yuzde yuz hemfikirim. Biri bana daha once bunu soyleyenin Antoine Vitez oldugunu soylemisti. Hayatta her zaman dillendirdigimiz, cok iyi anladigimiz ve her zaman hatirladigimiz kucuk sozlerle karsilasiriz. Bu soz de benim icin suphesiz ihtiyacim olan ve hayatimi yonlendiren sozlerden bir tanesi. Signoret ya da Vitez farketmez onun bu formulu ”karakterin bize can vermesi” bunda gerceklestirilmesi gerekli olan cok heyecanli bir calisma var.

Korku verici bazi sahneler oldu mu?

The King: Onemli sahneler vardi tabii ki. Cinayet buro ve Karine’le oldugumuz sahneler gibi, bazi temel olaylarin oldugu sorgulama sahnesi gibi ama Frederic ve Karine’le beraber cok iyi hazirlanmis olmamiza ragmen cekim aninda cok farkliydi..

Sizce Karine Vanasse, Sophie Malaterre’i oynamak icin ideal bir secim miydi ?

The King: Kesinlikle uygun cunku Fransa’da pek taninmiyor ve karakteri icin kimligini vermesi, tanimlanmasi kolay. Ozellikle onda herkesin kendinden biraz birseyler bulabilecegi tanidik bir seyler var. Filmin ilk kisminda Paris’e ilk geldigindeki gibi isiltili ve neseli olabildiği gibi filmin ikinci partisindeki gibi tamamen trajik de olabiliyor. Birlikte rol aldiginiz partnerler onemlidir. Elbetteki soyledigimiz sozler vardir ama bunun yani sira dinlemek, kucuk bir jest, kucuk bir goz kirpmasi…. Karine gercekten buyuk bir performans gosterdi. Olmasi gereken fizik ve enerji onda var. Butun duygular ; annesiyle telefonda konusurken, aglarken , aksiyon sahnelerinde. Kosabilir, ziplayabilir, duvarlarin ustune tirmanabilir, bu tarz seylerin hepsini yapabilen aktrisler az sayida. Calismayi seven, karakterine gercekten calisan ve kolay iliski kurulabilen biri. Rolumuze konsatre olmamiz gerektiginde konsantre oluyoruz ve disarda iliskilerimiz normal; guluyoruz, sakalasiyoruz bazen ciddilesiyoruz ama birbirimizi kirmiyoruz. Bu isi yapmanin bizim ayricaligimiz oldugunun farkindayiz. 

Takip sahnelerini sevdiniz mi ?

The King: Bayildim. Frederic bana daha once ne yapmak istedigini biraz gostermisti, esinlendigi degisik kaynaklar vardi, uzun olacagini ve hazirlikli olmam gerektigini biliyordum ve evet antrenman yaptim. Özellikle Alain Figlarz ile, kendisi filmler icin kavga sahnelerini ayarliyor ve aktorleri hazirliyor. Hatta saklanma, saldiri gibi senaryoda olmayan sahneleri bile calistik ve bunlari bilmek filmde yapmasak bile oynamamda bana yardimci oldu. Ben aslinda boyle filmler yapmiyorum ama beton zemin uzerindeki agaclara dikkat etmeye calisarak merdivenleri 4’er 4’er atlamak fiziksel olarak cok zor ve tehlikeli olmasina karsin cok heyecan verici, cunku filmin hikayesi bunu gerektiriyor. Gorsel olarak bu kovalamaca cok etkileyiciydi. Beni cekimler sirasinda en cok etkileyen sey ise goruntu yonetmeni Vincetn Gallot idi. Bizi surekli takip etmek zorundaydi. Eger onumuzde kaymamiza neden olacak bir dal varsa Karin ve benim uzerinden atlamamiz gerekiyordu. Ayni zamanda Vincent’in de ama ayni esnada kamerasina da bakmak zorundaydi. Kesinlikle cok kutsal bir ise imza atti.Gercekten cok cesur. Bazi zamanlarda beni bile korkuttu. Bunun yanisira sahsi sahneleri aydinlatmak ve mukemmelestirmekte gercekten cok etkili.

Sizce Frederic Schoendoerffer’in setteki en onemli ozelligi nedir ?

The King: Durust, ona oyuncu olarak istedigini vermedigimizde anliyor. Kendisi gibi dinamik olmamizi istiyor. Birden cok kamerayi hizla dondurmeyi biliyor. Ben bir yonetmenden bana guven vermesini beklerim boylece ben de onun hislerine ve bakislarine guvenebilirim. Bunlarin hepsini Frederic‘te buldum.

Filmde daha onceden tanidiginiz rol arkadaslariniz varmiydi?

The King : Mehdi’yi daha onceden taniyorum cunku daha once Rachida’yla beraber Secret Defense ve One Day In Europe’u yapmislardi ama daha once kendisiyle hic calismamistim. Bence filmde oynayan butun oyuncular roller cok onemli olmasa bile karakterlerinin butun yogunlugunu ve gercekligini basariyla yansittilar. Aurélien Recoing, Stéphan Guérin-Tillié, Cyril Lecomte…boyle normal ve calismayi seven genclerle calismayi seviyorum. Olaganustu aktorler

Aktor olarak aldiginiz zevk filmden filme size daha cok tatmin ediyor diyebilir miyiz ? 

The king : Suphesiz. Bugun kendimi aileden biri gibi hissediyorum eger bir aileden bahsedebilirsek. Onceden bende, ben ve digerleri gibi bir izlenim vardi. Belki de bu benim paranoyakligimin bir sonucu ama kendimi davetsiz misafir gibi hissediyordum. Ama bugun tipki Grangé‘in romanlarindaki gibi evlatlık değilim, artik bende ailenin bir parcasiyim. Her halükarda bir kac zamandir kendimi ait oldugum yerde hissediyorum. Bunun disinda derinlerde tum yaptiklarimda bir devamlilik oldugunu hissediyorum. Futbolcu olarak basladim aktor olarak devam ediyorum, degisen sadece oyunun kurallari.

 

7 Mart 2011 Pazartesi

Eric Cantona İle Soru Cevap



Harika bir Eric Cantona röportajı. New York Times, New York Cosmos'un futbol direktörlüğüne getirilen Eric The King ile konuşuyor. Manchester yıllarından Messi'ye, Barcelona'dan Cosmos'taki görevine, oyunculuk kariyerinden ABD'nin 20 yıl içinde dünya şampiyonu olacağı kehanetine kadar her şeyi anlatıyor Cantona. Röportajı Türkçe'ye çeviren Emre Çelik'e de büyük bir teşekkür.
Keyifli okumalar.


Başlangıçta, ilk bakışın ardından bile,44’lük Eric Cantona şık günlük kıyafetlerini çıkarıp yeşil sahalara kendini kasmadan dönebilecek gibi görünüyor. Birçok insan tarafından esrarengiz bulunan Fransız, 90’larda Manchester United’in yıldızıyken, 30 yaşında şu anda gelişmekte olan film kariyeri için futbolu bıraktı.14 yılın ardından tekrar futbolun içinde artık. Cantona, şu anda kuruluşu tam olarak tamamlanmayan ama belki de 2013 yılında MLS’de 20. takım olarak göreceğimiz New York Cosmos’un futbol direktörlüğüne getirildi. Cantona, The New York Times’dan Jack Bell’e (söyleşi esnasında iPad ve kablosuz klavye ile Cantona’nın söylediklerini not alırken, Cantona’nın “garip, bir polis karakolunda ifade veriyorum sanki” dediği kişi) Old Trafford günleri, sinema serüveni ve Cosmos’dan beklentilerini paylaştı.

 
Sizin profesyonel futbol kariyeriniz boyunca yaşadıklarınızın aktörlük kariyeriniz üzerinde bir etkisi oldu mu?
Hayatımda her zaman oyunculuk yapmak istedim. Sahada olanlar da aslında bir çeşit oyunculuktur. İlk önce yürümeyi öğrenirsiniz ve gerisi kendiliğinden gelir.

Sahada birçok açıdan abartılı, tiyatral bir oyuncuydunuz. Bunun Fransız olmanızla bir ilgisi var mı?
Tiyatral mı? Evet. Old Trafford düşler sahnesidir. Bazen insanlar bana oyunculuk ve futbolculuk arasındaki ilişkiyle ilgili farklı sorular soruyor. Böyle olunca bunun hakkında kafa yordum ve ikisi arasında birçok ortak nokta buldum. Futbol sadece futbol değildir. Sahada, yani sahnede, hünerlerinizi sergilersiniz. Her zaman iyi futbol oynamak ve izlemek istemişimdir ama tabii ki kazanmak da çok önemli.

En çok beğendiğiniz yönetmen kim?
(Jean-Luc) Godard en beğendiklerimden biri. Gerçekten müthiş. Bir de bugünlerde Fransa’da bile çok tanınmayan Jérôme Bonnell var. Çok iyi bir yönetmen. Onunla daha önce hiç çalışmadım ama onun filmlerine hayranım.

“Looking for Eric” isimli son filminizde farklı egolara, kişiliğe sahip bir yıldızı oynadınız. Oynadığınız rol sizin için biçilmiş bir kaftan gibiydi.
Film çekmeyi ben istedim ve Ken Loach da çalışmak istediğimiz kişiler listesinin içindeydi. Onunla bir araya geldik ve aynı hikaye üzerinde çalışma fikrinden dolayı çok memnun oldu. Eğer 100 yönetmene danışsanız, 100 farklı film çıkar karşınıza. Fakat bizim kafamızdaki fikirler Ken Loach’ın kafasındakilerle neredeyse aynıydı. Çektiğimiz film beni son derece mutlu etti. Bütün oradaki insanlarla tanışma fırsatı buldum. O, muhteşem bir yönetmen. En önemlisi ise son derece kaliteli insanlarla birlikte çalışmak oldu. Alçakgönüllülük ve insanlık vardı o filmde.

Siz Manchester United’dan ayrıldıktan sonra futboldaki en büyük değişiklik sizce nedir?
Birçok şey değişiyor beklendiği üzere. Artık televizyon gittikçe oyunun bir parçası oluyor. Sponsorlarla birlikte artık daha çok para var sektörde. Futbolcularda bu faktörlerin hepsinin ortasında yerlerini alıyor artık.
Bana sorarsanız bu konu hakkındaki tartışma hiçbir zaman sona ermeyecek. Çoğu zaman, insanlar futbolcuların çok fazla kazandığını söylüyor. Fakat benim açımdan, ben çocukken sadece futbol oynamayı, en iyi takım için en iyi oyuncu olmayı hayal ettim. Futbol sayesinde çok para kazandım. Büyük takımlarla muhteşem zamanlardan kalan hoş anılarım var.

Futbol oynadığınız sürede sizin için en önemli anlardan bazıları nelerdir?
Hepsini United ile birlikte yaşadım. United’da 26-30 yaşlarımın arasında kariyerimin en iyi futbolunu oynadım. En iyi yıllarımı dünyanın en iyi birkaç oyuncusuyla birlikte United’da geçirdim. Ferguson tüm zamanların en iyi menajerlerinden biri. Çok şanslıydım. Ve United’ın oyun anlayışı, evet kazanmak, zevk aldığım bir şeydi.
Kişisel olarak benim için en önemli an ise yeni jenerasyon gençlerle birlikte duble (1995-1996 sezonunda kazanılan Premier League ve F.A. Cup) yaptığımız zamandır.

Ada dışından Premier Lig’e gelen yıldız futbolculardan ilk dalganın içinde yer aldınız. Bu herhangi bir zorluk teşkil etti mi?
Evet, örneğin Ada’ya ilk olarak Sheffield Wednesday ile bir haftalık deneme antrenmanlarına gittiğimde benimle bir haftanın sonunda sözleşme imzalayacaklarını düşünmüştüm fakat hafta bitince işler pek de düşündüğüm gibi olmadı ve benden bir hafta daha deneme antrenmanlara devam etmemi istediler. Şunu demek istiyorum aslında, o zaman zaten Fransa milli takımı adına oynuyordum. Fransız milli bir oyuncunun Wednesday’de denenmek için antrenmanlara çıkarıldığını düşünebiliyor musun? O dönemde hiç kimse Fransız futbolcuları bilmiyordu. Bilmemelerinin yanında kimse umursamıyordu da. Sanırım o dönemde Ada’daki hiç kimse yabancı bir futbolcu için işlerin nasıl gittiğinin farkında değildi.
O dönemde genel olarak İngiliz takımları yabancı futbolculara ihtiyaç olmadığı fikrindeydi. Yabancı futbolcu oynatmak bir çeşit ukalalık, zenginlik gösterisi gibi algılanıyordu. Bu şartlar altında ise en kötüsü belki bir gün başarı için yabancı oyunculara ihtiyaç duyabileceklerinin farkına varmaları oldu. Şimdi ise bence olması gerektiğinden daha çok sayıda yabancı oyucu var Ada’da. Yani o dönemin tamamen zıttı. Bana kalırsa şu anda dediğim gibi çok sayıda yabancı futbolcu var ve bence kulüpler ulusal takımları için çalışmalılar. Bizimle, Cosmos’la, birlikte göreceksiniz ki kulübümüz ve Amerika milli takımı için futbol akademileriyle sıkı bir çalışma içinde olacak.

Sizin hakkınızda Glazer’lar Manchester United’tan ayrılana kadar Manchester’dan uzak duracağınızla ilgili şeyler duyuyorum. Bunlar doğru mu acaba?
Bu konuda size tek söyleyebileceğim sanırım Ferguson orada olduğu sürece herhangi bir sorun olmayacağıdır. Çünkü onun, işin futbol tarafında Gandhi’den pek bir farkı yok.

Günümüz futbolunda ilginizi çeken, izlerken sizi eğlendiren futbolcular var mı?
Yaşlı bir adam gibi konuşmak istemem aslında. Her jenerasyonun kendine özgü, kuvvetli bir yönü bulunan, en iyi oyuncular olduğunu düşündüğünüz oyuncuları vardır. Eğer güçlü bir karaktere sahipseniz, insanları eğlendirebilirsiniz fakat bugünlerde bunun yanında farklı görüşlere, tutumlara da sahip olmanız gerekiyor. Lakin, yalın süssüz biri de karizmatik biri olabilir ve futboldan keyif almanızı sağlayabilir. Tıpkı Messi gibi. 

Hangi takımları ve oyuncuları izlerken keyif alıyorsunuz?
Barcelona ve Manchester United. Takım olarak insana keyif veriyorlar.
Manchester ile ilgili olarak söylemeliyim ki Ferguson bir çeşit dahi. Şu ana kadar birçok farklı jenerasyondan oyuncuyla birlikte çalıştı. 70 yaşında ve 18 yaşındaki futbolcularla çalışıyor ama kendini bütün bu jenerasyonlara adapte edebiliyor. Özellikle bu vereceğim gerçekten ayrı bir örnek. Berbatov’un üzerinde çok emek sarfetti ve Berbatov konusunda çok sabretti çünkü onun çok iyi bir futbolcu olduğunu biliyordu.
Ferguson, kişilik olarak gelişmiş, kuvvetli oyuncuları alıyor ve onlar üzerinde psikolojik olarak çalışıyor. Bu çok önemli bir şey aslında. Bu yöntem bende de %100 çalışmıştı. Aslında bireysellikten çok takım için yapılan şeylerdi. Bana söylediği her şeyi kabul ettim çünkü bana sahada serbestlik tanıdı. Her ne kadar başta tam olarak farkına varmasam da bana 7 numaralı formayı vererek her şeyi benim için daha önemli kıldı. Asla bir baskı hissetmedim. Bana 7 numaralı o formayı vererek aslında bana ne kadar güvendiğini gösterdi. Benim için bir onurdu bu.
Sanırım Manchester’a ilk gittiğim Cantona ile futbolu bıraktığım Cantona arasındaki farkı görünce şaşırmış olmalı çünkü hiç kimse oraya ilk gittiğimde benden tam olarak ne bekleyeceğini bilmiyordu. Aslında bir bakıma böyle olması daha iyi oldu. Aksi taktirde sıkıcı, her şey daha önceden planlanmış gibi olurdu bir bakıma.

Plaj Futbolu Dünya Kupası’nda oynadığını bir kenara bırakırsak, son 14-15 yılda futbolun dışında kaldınız. Cosmos projesine katılma fikrine nasıl ikna oldunuz?
Noel zamanında kulüp, benimle birlikte çalışan kardeşimi aramış ve bu projede yer almamı istediklerini söylemişler. Kulübün hikayesini biliyordum ve benim açımdan bu hikaye gayet önemli bir yere sahip. Eğer ki takımı kurmanın altında yatan bu hikaye olduğundan farklı şekilde kullanılsaydı veya yansıtılsaydı, katılmayı düşünmüyordum aslında. Ama proje çok iyiydi. İçinde her şeyden bir parça barındıran futbolda önemli olan şeylerden biri olan takımın imajı çok hoşuma gitti.
Buradaki yeni oyuncular yetiştirme fikri hoşuma gitti ve bunu gerçekleştirmek için Birleşik Devletler’de çok sayıda genç var. Şundan eminim ki Birleşik Devletler önümüzdeki 20 yıl içinde Dünya Kupası’nı kazanacak. Bunda Franz Beckenbauer ve Pelé’nin buraya top oynamaya gelmesinin de etkisi çok büyük. Futbolla küçük yaşta tanışan çocuklar onları izlediler ve bu spora ilgi duyup futbola başladılar. Onlar burada top oynarken futbolun gelişmesi için onlara yeterli imkanın ve kredinin sağlanmadığı fikrindeyim.  Bence insanlar Cosmos sayesinde futbolun bir çeşit sanat olduğunun farkına varmaya başladı. 

Gerçekten Amerika’nın 20 yıl içinde bir Dünya Kupası kazanacağına inanıyor musun?
Evet, bundan eminim. Amerika, Dünya Kupası’nı kazanacak ve Cosmos akademileriyle ve milli takıma en iyi oyuncularını vererek bunda büyük katkı sağlayacak. Şu anda bile akademilerimizde çok iyi futbolcular var. 8-9 yaşlarında muhteşem çocukları görüyorum. Şu anda Birleşik Devletler’de futbol oynayan 18 milyon çocuk var.
Birleşik Devletler, Güney Afrika’daki Dünya Kupası’nda çok çok iyi oynadı. Şu anda Dünya Kupası’nı kazanabilecek kadar yeterli değiller belki ama her geçen gün daha da gelişiyorlar. Artık eskisinden çok daha hızlı, yetenekli oyunculara sahipler. Ve evet Dünya Kupası’nı kazanacaklarına inanıyorum.

Siz de George Best gibi Dünya Kupası oynamamış büyük yıldızlar arasında yer alıyorsunuz. Bu sizde herhangi bir hayal kırıklığına sebep oluyor mu?
Kariyerimde birçok başarıya ulaştım ve olumsuz şeyler hakkında çok kafa yormuyorum. Sahip olduğum, yaptığım onca güzel şeyi düşünmeyi yeğlerim. Futbola başladığım zaman her şeyi kazanmak istiyordum fakat sonradan bunun imkansız olduğunun farkına varıyorsunuz. En önemli olan şey ise aslında her zaman kazanmaya çabalamanız ve bunun için en iyi oyununuzu oynamaya çalışmanızdır. Bazen kazanırsınız. Bazen her şeye rağmen mücadeleyi bırakmazsınız, hakkınızla alırsınız. Bazen şanslısınızdır. Bazen ise şanssız. Şans da önemlidir.

Sana Cosmos’da yapacağın görev ne ifade ediyor?
Yeni bir şeyler yaratmayla ilgili. Bireysel olarak kendi futbol vizyonuna sahip biriyim ve bu vizyonu buraya taşıyıp Cosmos’un kazanması için çalışacağım. Ajax 70’lerde futbol adına yeni bir şeyler yarattı. Barcelona’da Cruyff yeni bir jenerasyon ortaya çıkardı. Bütün bunlar gibi Cosmos da daha önce hiç görülmemiş, yapılmamış şeyler yapabilir. Aslında bakarsanız her 20-30 yılda yeni bir hareketlenme görürsünüz. Geçmişi araştırmalı, bunlardan ilham almalı ve kendi geleceğinizi yaratmak için bunları kullanmalısınız. İşte bu fikirlerle geldim buraya.
Bu fikirler tamamen bir çeşit antrenörlük biçimi. Başarılı olmak istiyoruz ve bunun için de fiziksel, teknik ve mental olarak çok güçlü oyunculara ihtiyacımız var. Hiç kimsenin bilmediği, çözemeyeceği oyun taktikleri lazım bize. İnsanların Barcelona’da Cruyff’un yaptıklarını anlamaları çok zaman aldı çünkü oradaki ilk sezonunda ileri uçta tam anlamıyla bir forvet oyuncusu kullanmadı. Kanatlardan ileri çıkan, forvet gibi oyuncular kullanmayı tercih etti ve bu da daha önce kimse tarafından uygulanmamış bir şeydi.
Oyuna kendi stilini yansıttı ve rakiplerinin de buna göre oynamasını sağladı. Bu da oyunu sizin kontrol ettiğiniz anlamına gelir.

Bütün bu söyledikleriniz gerçekten hoş fikirler ama MLS ve MLS sisteminin ne şekilde işlediği konusunda ne kadar bilgiye sahipsiniz? Herhangi bir bilgi eksikliği sizi korkutuyor mu? Elbette bütün sorduğum bu sorular Cosmos’un sonuçta bir takım olup lige katılması varsayımına dayanıyor.
Evet MLS’yi çok iyi bildiğim söylenemez ama Cosmos’ta Cobi Jones ile birlikteyim ve o da bütün bilmediklerim için tam bir bilgi kaynağı. MLS ile ilgili daha çok şey öğrenmek istiyorum ve bunun için çok çalışıyorum. Maçları gerek stadyumda gerekse kasetlerden takip ediyorum. Şu anda öğrenme sürecim çok hızlı ve çok sağlam biçimde ilerliyor. Fakat daha öğreneceğim birçok şey olduğunun farkındayım.












27 Şubat 2011 Pazar

1966'da Fransa Ligi

Eric Cantona'nın doğduğu 1966 senesinde dünyada neler olmuş bakmaya devam ediyoruz. Sırada Fransa Ligi'ne kısa bir bakış var. Kral'ın doğduğu yıl ülkede lig ne haldeymiş, kimler şampiyonluk kovalıyormuş...Barış Gerçeker yazdı.


Fransız futbolunda 1932’de başlayan profesyonel dönemin 34. senesi Eric Cantona’nın doğduğu 1966 senesine denk geliyor. Aykırı Fransız, Mayıs 24’te doğduğunda Nantes’ın şampiyonluğuyla biten 1965-66 sezonu bitmiş miydi bitmek üzere miydi, bunun kaydına ulaşmak mümkün olmadı.

O sezonda, 38 maçta 60 puan toplayarak 53 puanlı Bordeaux’nun önünde finişi gören Nantes’ın takipçisi Bordeaux ile aynı sayıda gol atıp aynı sayıda gol yemiş olması ilginç notunu düşelim. Eric’in doğduğu seneye de bu yakışırdı!


Aynı sezonun gol kralı, şampiyonun ’66 Dünya Kupası’nda da forma giymiş golcüsü Philippe Gondet. Takımının 84 golünün 36’sı Fransız’ın ayağından gelmiş.  14 kez milli takım forması giyen Gondet’in Horozlu formayla da yedi golü bulunuyor. ’71 senesinde Nantes’tan ayrılıp Paris-Joinville takımına transfer olduktan sonra ‘72’de son transferiyle şu anda amatör konumdaki Red Star Saint-Ouen’e gitmiş ve kariyerini sonlandırmış.

Eric’in doğduğu bu kutsal sene başlayan sezonun, 1966-67 sezonunun şampiyonu ise Saint Etienne olmuş. Ligi bir önceki şampiyonun altı puan önünde bitiren efsane Fransız takımı yine yerli malı bir gol kralı çıkartmış; Patrick Revelli. 82 golün 31’ini kaydeden Fransız golcü ağabeyi Hervé Revelli’yle aynı takımda üç sene forma giyebilmiş ve o da golcü bir isim. Ağabey Revelli yedi kez lig şampiyonluğu yaşamış bir oyuncu olarak da bir rekora sahip.

1966 senesinde İngiltere’de oynanan ve o meşhur golle hatırlanan Dünya Kupası’yla ilgili Fransız futbolunun anıları çok parlak değil. Üç maçta sadece bir puan almayı başarabilen Horozlar İngiltere’nin birinci, Uruguay’ın ikinci bitirdiği A Grubu’nda Meksika’nın da altında kalarak sonuncu olabilmiş. İlk maçta Meksika’yla 1-1 berabere kalan Fransa’da gol Strasbourglu Hausser’in ayağından gelmiş. İkinci maçta Uruguay’a 2-1 yenilen Fransızların tek golü bu sefer Bordeauxlu Bourgoing’in penaltısından. Son maçta kupayı kazanacak olan İngiltere’ye 2-0 yenilip Ada’ya veda etmişler. Bu tablo o zamanın Fransa milli takım teknik direktörü Henri Guérin’in de teknik direktörlük kariyerinin sonu olmuş.



Eric’in takımlarından Auxerre 1965-66 sezonunda henüz bırakın birinci ligi, ikinci lige bile çıkabilmiş değil. Ancak Guy Roux dönemi yeni başlamış diyelim, emektarın 36 senelik macerasının henüz başı yani.

İkinci sözleşmeli takımı Olympique Marseille ise tam da bu sezon ikinci ligi ikinci bitirerek birinci lige terfi hakkı kazanmış. Cantona’ya hazırlık!


İngiltere macerasından önceki son takımı olan Nîmes ise aynı sezonda yine henüz üçüncü ligde oyalanıyor durumda. Sonrasında ’67-68 sezonunda birinci lige yükselebilmişler.  Timsahlar (bizim Timsahların aksine, renkleri kırmızı-beyaz) ‘81’de küme düşmüşler, sonrası karanlık.
 

16 Şubat 2011 Çarşamba

1966'da Türkiye Ligi

Eric Cantona'nın doğduğu yıl olan 1966'ya bakmaya, Matthew Simmons röportajının ardından devam ediyoruz. Bu kez konumuz Türkiye Ligi. Anadolu kulüplerinin kurulmasıyla Türk futbolunda daha da özel bir yere sahip olan 1966'yı, Cüneyt Kurt yazdı. Keyifli okumalar....



Cantona'nın doğduğu 1966 yılında Cantona'yı büyük adam yapan oyun, Türkiye denilen bir ülkede çocukluk çağını yaşıyordu. O yıl 'Türk futbolu' deyimi; toprak zeminden çim zemine geçmenin heyecanını, sahada yabancı hakemler görmenin şaşkınlığını, ligin sadece 3 şehrin takımlarından oluşmasının sığlığını ama herşeye rağmen futbola karşı duyulan aşkı anlatıyordu.

Ali Sami Yen stadında ilk lig maçları

1966 yılının ilk günlerinde Türk futbol dünyası o zamana kadar pek benzeri görülmemiş bir heyecan içindeydi. Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü ile İstanbul Belediyesi'nin vardığı mütabakat sonucu Türkiye Ligi maçlarının bir süre 1964'de yapılan Ali Sami Yen stadında  oynanmasına karar verilmişti.Yapılan anlaşmaya göre stada 24 bini biletli olmak üzere 28 bin seyirci alınmasına izin verilecekti.



Ali Sami Yen stadının önemi ise zemininden kaynaklanıyordu.Çünkü stad o güne kadar çoğu Türk futbolcusunun ancak yaptığı Avrupa seyahatlerinde gördüğü çim zeminle kaplıydı.
Bu gelişme basının büyük kesimi ve otoriteler tarafından Avrupa ile eşit şartlar altında oynamak manasına geldiği için coşku muazzamdı.Maçdan sonra gazetelerde ise "Türk futbolunda reform" şeklinde başlıklar atılacaktı.

Staddaki ilk maç 1 Ocak 1966 günü saat 12:15'te Beykoz ile Ankaragücü arasında oynanacaktı.İlk kez çim zeminde bir maç oynanacak olunması Mithatpaşa stadının çamurlu sahasına alışkın taraftarları heyecanlandırmış ve stadyum önünde uzun kuyruklar oluşmasına neden olmuştu. Herkes çimi gördüğü için sevinçli ama bir o kadar şaşkındı.Futbolcular bile sık sık eğilip gazetelerin tabirine göre 'halı'gibi yumuşak' çimi okşamadan duramıyorlardı.

Stadın sahibi Galatasaray olsa da,İstanbul takımı olduğu için ev sahibi sayılan Beykoz takımında durum hiç de iyi değildi. Takımın aldığı peş peşe kötü sonuçlardan sonra kimse kulübe sahip çıkmadığı için tüm sorumluluğu takım kaptanı Şirzat almış ve maddi imkansızlıklar sonucu takım maçta giyecek forma bulamamış,sahaya Galatasaray takımdan aldıkları emanet formalarla çıkmıştı.

Ankaragücü ise Beykoz'a nispeten daha iyi durumdaydı.En azından külüplerinde bir başkanları,üstlerinde kendi formaları, ayrıca sezon ve sonraki sezon gol kralı olacak Ertan Adatepe gibi bir futbolcuları vardı.İki takımda olarak son derece hırslı oynuyor,çim zeminde oynanan ilk maçı kazanıp tarihe geçmek istediklerini belli ediyorlardı.Futbolcular zemine alışık olmadığı görülüyor,ayağı kayıp düşen futbolcular sahaya sık sık sağlık görevlilerinin girmesine neden oluyordu.

Maç bu şekilde devam ederken maçın 20.dakikasında Beykozlu Garbis'in ortasını Ankaragücü kalecisi Yunus elinden kaçırınca,gelen topa muhteşem bir vole vuran Niyazi hem Ali Sami Yen stadının,hem de Türkiye Liglerinde çim sahada oynanan ilk maçın ilk ve tek golünü atmış oluyordu.

İki takımında bu dakikadan sonraki gol denemeleri başarılı olmayınca maç 1-0 Beykoz'un üstünlüğü ile tamamlandı.Günün Ali Sami Yen'de oynanan diğer maçında ise Beşiktaş Hacettepe'yi 1-0 yenmişti.



Stad yetersizliği ve o günlerin Türkiye Ligi


Ali Sami Yen stadının açılmasını bu kadar önemli yapan ,o günlerdeki stad yetersizliğiydi.O günlerin Türkiye Ligi'nde sadece 3 büyük şehir; İstanbul,Ankara ve İzmir'den gelen takımlardan oluşması ise bu yetersizliği daha da açık bir şekilde göz önüne vuruyordu.İstanbul takımları (Beşiktaş,Fenerbahçe,Galatasaray,İstanbulspor,Beykoz,Feriköy,Vefa,) Mithatpaşa ve Ali Sami Yen stadında,Ankara takımları (Ankaragücü,Gençlerbirliği,Ptt,Hacettepe,Ankara Demirspor,Şekerspor) Ankara 19 Mayıs Stadı'nda,İzmir takımları (Altay,Göztepe,İzmirspor) ise İzmir Alsancak Stadı'nda dönüşümlü olarak oynuyorlardı.Bu da doğal olarak zeminin bozulmasına sebep oluyordu.

Anadolu devriminin asıl sebebi

Bursaspor'un şampiyon olmasından sonra popüler olan Anadolu devriminin başlangıcını 1966 ve 1967 yıllarına dayandırmak yanlış olmaz.Günümüzde büyük Anadolu takımları olarak tanımladığımız Trabzonspor,Bursaspor,Gaziantepspor,Diyarbakırspor,Kayserispor gibi takımların büyük bir bölümü 1966 yılında daha kurulmamıştı.Türkiye 'de Birinci ve İkinci Liglerindeki takımların büyük kısmının 3 büyük şehir takımlarından oluştuğu o günlerde Anadolu futbolu ancak amatör küme seviyesindeydi.

Türkiye profesyonel liglerindeyse takımların metropollere yayılmış olması,stadlarda büyük bir zemin problemi oluşturuyor ve bu yüzden Türkiye 1.Ligi'nin 16 takımdan 14 takıma düşürülmesi bile tartışılıyordu.Federasyon başkanı Orhan Şeref Apak ise bir yandan ligdeki takım sayısının azaltılmasını dile getirirken,diğer yandan oluşan sorunun futbolun Anadolu'ya yayılmasıyla çözülebileceğini düşünüyordu.

Bu kapsamda amatör seviyedeki Anadolu takımlarının birleştirilerek daha güçlü hale getirilmesini sağlayan Orhan Şeref Apak'ı Anadolu devriminin babası olarak saymak yanlış olmaz.  

1966'da kurulan Anadolu kulüpleri

-Trabzonspor
-Denizlispor
-Elazığspor
-Malatyaspor
-Antalyaspor
-Aydınspor
-Edirnespor
-Karamanspor
-Kastamonuspor
-Kayseri Erciyesspor
-Zonguldakspor
-Kocaelispor



1965-1966 ve1966-1967 şampiyonu Beşiktaş

1966 yılının en iyi takımı süphesiz Beşiktaş'tı.1965-66 sezonunda 48 puan ve 1966-67 sezonunda 45 puan toplayan Beşiktaş iki sezonda da şampiyon olmuştu.O dönem külüp başkanı 'Baba Hakkı' yani  Hakkı Yeten,teknik direktör ise Yugoslav (o zamanlar öyle denirdi şimdi ya Sırp,ya Hırvat veyahut Boşnak deniyor!) Ljubisa Spajic'ti.

1965-66 Beşiktaş Kadrosu:
Kaleciler: Necmi Mutlu, Sabri Dino
Savunma: Yavuz Çoker, Fehmi Sağınoğlu
Orta Saha: Kaya Köstepen, Suat Mamat, Süreyya Özkefe, Yusuf Katırcıoğlu, Coşkun Ehlidil, Cevdet Çetinkaya, Sami Şenol
Forvet: Ahmet Şahin, Yusuf Tunaoğlu, Sanlı Sarıalioğlu , Ahmet Özacar, Fethi Türkeş, Faruk Karadoğan , Güven Önüt

Takımın gol yükünü Ahmet Şahin 14 golle ve Ahmet Özacar 11 golle taşıyordu.Bu iki oyuncu takımın o sezon attığı 52 golün 25'ine imza atmışlardı.O sezon Beşiktaş takımı Türkiye Kupası'nda tarihinde ilk kez finale çıkmış ama Galatasaray karşısında maçı Turan Doğangün'ün 88.inci dakikada attığı golle 1-0 kaybetmişti.

Beşiktaş takımı Avrupa'da ise 1964-65 sezonunda lig ikincisi olduğu için Balkan Kupası'na katılmıştı.Balkan Kupası maçları 1964-65 sezonu daha bitmeden oynanmaya başlandı. Beşiktaş ilk maçını Bulgar ekibi PFC Cherno More Varna ile oynadı ve İstanbul'da 1-1 berabere kaldılar. İkinci maçta ise rakibi Arnavutluk takımı 17 Nentori Tiran'dı. İstanbul'da oynanan maç 1-1 bitti. 3. maçta rakip Rapid Bükreş'ti ancak Beşiktaş, aynı gün Lazio ile Şükrü Gülesin'in jübile maçı olması nedeniyle maça katılmadı ve iki maç için de hükmen yenik sayıldı.İkinci tur maçlarında ise Beşiktaş, iki rakibine de 2-0'lık skorlarla yenildi.

Beşiktaş'ın bir diğer final maçı ise o sezon ilk kez oynanan Cumhurbaşkanlığı kupasıydı.Bugünkü Süper Kupa'ya eşdeğer görebileceğimiz kupa maçında Galatasaray'la karşılaşan Beşiktaş bu kez 2-0'lık skor ile rakibine yine finalde kaybetti.

1966-67 sezonuna teknik direktör Ljubisa Spajic'le devam kararı alan Beşiktaş takımı,tarihindeki ilk yabancı oyuncuları bu sezon kadrosuna katmıştı.Daha önce Barcelona ve Sevilla'da oynamış Tibor Szalay ve Real Betis ve Espanyol formalarını giymiş Joe Erwin Kuzman isimli iki Macar futbolcuyu transfer eden Beşiktaş,yerli oyuncularda ise kadrosunu büyük ölçüde korumuştu.


1966-67 Beşiktaş Kadrosu:

Kaleciler: Necmi Mutlu, Sabri Dino
Savunma: Fehmi Sağınoğlu, Erkan Yanardağ, Yavuz Çoker, İhsan Büyükbuğdaypınar
Orta Saha: Kaya Köstepen, Süreyya Özkefe, Yusuf Tunaoğlu , Cevdet Çetinkaya (14), Sami Şenol, Suat Mamat
Forvet: Sanlı Sarıalioğlu , Faruk Karadoğan , Ahmet Özacar,Joe Erwin Kuzman, Fethi Türkeş,Güven Önüt,Ahmet Şahin, Coşkun Ehlidil ,Tibor Szalay


Kral'ın halefi Ertan Adatepe
   

1966 yılının en iyi futbolcusunu seçecek olsak bu isim şüphesiz Ertan Adatepe olurdu.1965-1966 sezonunda 26 maçta 20 golle ve 1966 - 1967'de de 28 maçta attığı 18 golle iki sezon üst üste gol kralı olan Ertan Adatepe,1 Ocak 1938'de Ankara'da doğdu.Profesyonel futbol kariyerine 1956 yılında Ankaragücü kulübünde başladı.İstanbul'da Galatasaray'la oynadıkları özel maçta beğenilen Ertan,o sezon Galatasaray'a transfer oldu,fakat Metin Oktay'la aynı tarzda oynadığı için fazla forma şansı bulamadığı Galatasaray'dan 1960'da ayrıldı.1965-66 ve1966-67 sezonunda Metin Oktay'ı geçerek gol kralı olduğunda Metin Oktay'dan sonra Türkiye Birinci Futbol Ligi'nde birden fazla kez gol kralı olan ilk futbolcu olmuştu.Bir sonraki sene 60 bin lira gibi o döneme göre iyi bir paraya PTT'ye transfer oldu.Sonraki dönemlerde Göztepe formasıyla Avrupa kupalarında da oynayan Ertan Adatepe 1970 yılında futbolu bıraktı.Ertan Adatepe 1 kez A milli formayı giymiştir.

Hakemlere şiddet ve yabancı hakemler

1966 senesinde hakemler şiddet her zamankinden daha fazlaydı.Neredeyse her hafta bir hakem dövülüyordu.Mesela 14 Şubat 1966 günü Güneşspor-Samsunspor takımları arasında oynanan ikinci lig maçında hakem Fehmi Pazarcı odunlar ile dövülmüştü.Bu olayların sonunda hakemler bazı takımları boykot ediyor veya lig maçlarına geniş güvenlik önlemleriyle çıkılıyordu.Bu durum karşısında sabrı taşan federasyon ise biraz kızgınlıktan,biraz da mecburiyetten maçlarda yabancı hakemlerin düdük çalmasına karar verdi ve o sezon ligde birçok maç yabancı hakem yönetiminde oynandı. 

Bir acayip yükselme:Karşıyaka

1963-64 yılında oynadığı Karşıyaka-Kasımpaşa maçında (maç 4-0 bitmişti) şike yaptığı gerekçesiyle 19 Ağustos 1964'te ligden düşürülen Karşıyaka takımı, Danıştay'a temyiz davası açmıştı. Duruşmadan bir kaç gün önce ise gazeteler,Karşıyaka-Kasımpaşa maçında şike yapıldığına dair delillerin çalındığına dair haberler yazıyordu.Takvimler 30 Mart 1966'yı gösterdiğinde ise mahkeme delil yetersizliği nedeniyle Karşıyaka'nın Birinci Lig'e iadesine karar verdi.Bu acayip olaylar dizisinin sayesinde 1966-67 sezonunda Türkiye Birinci Ligi 17 takımla oynanmıştır.

1965-66 Sezonu Puan Durumu
Takımlar            O           G            B            M           A            Y            P
Beşiktaş            30           20           8            2            52            16           48
Galatasaray       30           17           8            5            53            20           42
Gençlerbirliği    30           15           8            7            32            24           38
Fenerbahçe        30           10           12          8            32            25           32
Göztepespor       30           12           8           10           33            27           32
Altay                   30           10           8           12           26            28           28
Ankaragücü         30           10           7           13           52            52           27
Feriköy                30            7            13          10           28            32           27
Vefa                      30            9            9            12           30            39            27
Ankara D.spor      30            9            9            12            26            36           27
İzmirspor              30            8            11           11            32            43           27
Hacettepe              30            11           5           14            33             46           27
İstanbulspor          30            8            9            13            26            35            25
Ptt                        30            10            5            15            28            45            25
Şekerspor            30            7            10            13            40            45            24
Beykoz               30            6            12            12            22            32            24

1966-1967 Sezonu Puan Durumu
Takımlar            O            G            B            M            A            Y            P
Beşiktaş            32            16           13           3            44            15            45
Fenerbahçe        32           17            9            6            37            20            43
Galatasaray        32           12           17           3            53            33            41
Göztepespor       32           14           10           8            47            31           38
Altay                   32           11           10          11           27            27           32
Gençlerbirliği      32            8            15          9            35            28            31
Ptt                        32            9            13          10          34            30            31
Eskişehirspor       32            10          11          11          29            44            31
Ankaragücü         32            8            14          10          29            36            30
Ankara D.spor     32            8            14          10          27            35            30
Feriköy                32            10          10          12          29            39            30
Altınordu            32            10            9            13         39            42            29
Vefa                     32            9            11            12        31            35            29
Hacettepe            32            8            13            11         24            33           29
İstanbulspor        32            10            8            14         25            28            28
İzmirspor            32            6            13            13          21            37            25
Karşıyaka            32            6            10           16          18            36            22